25 Temmuz 2009 Cumartesi

Bilimsel açıklamadır. Dikkatli okumak gerekir.

Ben Almanların şifresini çözdüm. Bunu da buradan bilimsel bir açıklama ile sunuyorum. Bili camiasına hayırlı olsun, bundan sonra da bu gerçekle hareket etsinler.

2.Dünya savaşını başlatan Almanya, 3 kıtada birçok yeri istila ettikten sonra, İttifak kuvvetlerinin karşısında yavaş yavaş gerilemeye başladı. Devrim’den sonra oldukça güçlenen Rusya Doğu’dan, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa Batı’dan, İngiltere de kuzeyden saldırarak bir süre sonra bu ülkede yaşayan herkesi yok etti.Taş taş üstünde kalmadığı gibi hiçbir Alman da hayatta kalamadı, hepsi öldü . Bunun üzerine bu ülkeler yaptıklarının abartı olduğu gerçeğini anlayıp toplandılar ve sonraki nesillere verilecek hesabı kolaylaştırmak amacıyla çözüm bulmaya çalıştılar. Ve sonunda gerçek Almanlara benzeyen, renkli gözlü, uzun boylu ve yapılı, itaatkar robotları imal ettiler. Böylelikle yeni nesil Almanlar robotlardan oluştu. Şimdi her gördüğünüz robot, o ilk nesil robotların devamı. Bunu kontrol edemeyeceğini anlayan bu 4 güç, Berlin duvarının da yıkılmasını kabullenerek , ülkeden kaçtılar. Şimdi bu robotlar kontrolden çıkmış durumdalar.

Bu size şaka gelebilir ama bu kadar düz bakan yani at gözlüğünü herdaim kafasında bulunduran , sadece ona öğretileni yapabilen bir insan topluluğu ancak robot olur. Bu robot insanlar, çok da çalışkan. Sabah erken saatlerde işbaşı yapıyor, erken saatlerde de işi bıraksalar da bundan şikayetçi değiller. Her akşam biraları ile günün bitimini büyük bir keyifle kutluyorlar. Hepsi mi, evet hepsi. Yüklenen program öyle, robot ne yapsın.

Bu robotların çalıştığı bir restaurantta şaşırıp da 3 kişilik siparişi birden vermeyin. Onlar siparişleri tek tek almaya programlı. Önce yanınızdaki bayan siparişi verecek, sonra siz, sonra çocuğunuz. Yanılıp da 3 cola derseniz, eşinize dönüp siz ne içeceksiniz diyip, sonra masaya 4-5 kola getirebilirler. Onun için yavaş yavaş, teker teker. Mesela bir fast food dükkanına gidip Türk alışkanlığıyla 3 menü, biri acılı, ikisi mayonezli, birinde hardal olsun, kolalardan biri diyet gibi başlarsanız, ya robot kitlenir, çalışmaz duruma gelir, ya da sizi dışarı atarlar. Önce burada mı yiyeceksiniz götürecek misiniz sorusuna cevap verip, sonra ilk menü siparişini vermeniz lazım, teker teker, sonra ikinci menü siparişi vermeden önce burada mı yiyeceksiniz sorusu gelirse şaşırmayın, bize sordular.
İş yerlerinde yaptıkları iş ise önceden yüklenmiş olduğundan , herhangi bir insiyatif beklememek gerekiyor. Eğer dükkan 6da kapanacaksa, 6yı 1 geçe içeri girmeyin, boşuna çaba olur. Ya da bugün değişiklik yapalım da dersi dışarıda yapalım öğretmen hiç olmaz. Bu yol kapalı, ben ara sokaktan gidebilirim tercihi yapabilenleri burada ya profesör yapıyorlar ya da devlet başkanı. Eğer o yol sizin gitmeniz gereken yol ise, illa oradan gidilecek, tek şans var araçlarda navigasyon sisteminin başka yol önermesi. E robot robota iyi anlaşıyorlar, haklarını yemeyelim.

Sabah kahvaltısında tereyağ , ekmek , eğer şanslıysanız bir de reçel, öğle makarna, akşam tereyağ ekmek yerler. O tereyağı ekmeğe sürüşleri sanki geleceğin robotunu meydana getirme rituelinin bir parçasıdır. Dakikalarca sürülür. İnce ve pürüzsüz, heryere eşit. Hepsi mi böyle yapar , evet tabii ki, onlar bu programlı

Köpeklerini sever gözüken robotlar, eğer bir yerde kuşlara birşey atarsanız size kızabilirler, Çünkü onlara biri Kuş Gribi programını yüklemiş. Artık tüm kuşlar tehlikeli. Sadece kuşlar değil tabi, Türkler de tehlikeli. Kötü kokarlar, paraları yoktur ve dikkatli davranılmaları gerekir. İyisi olmaz.

Hiç mi robotluktan terfi etmiş, insanlığa erişmiş olanı yok derseniz var, bizim hastanede çalışan doktorlar ve hepimizin tanıdığı , sevdiği dostumuz Almanlar.

Bilimsel bir tiyo daha, Hitler gibi bir çılgının peşinde böylesi kapalıgözlükle koşan bu körükörüne itaatkar ulusun atalarının da robot olduğu söylenmekte. Ben emin değilim.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Satışın olmayan kuralları

Öncelikle daha önce bildiniz herşeyi unutun hatta unuttuğunuzu dahi unutun. Çünkü artık satış 80li yılların kitaplarında öğretilenlerle yapılamıyor. Yeni birşeyler yapmalı. Bilmem 10 kural, bilmem doğrular/yanlışlar. Bunlar yok artık.

Duygularını kullanamayan kişi satıcı olamaz. Olsa da bir süre sonra çuvallar. İlk altın kural enpati çünkü. Duygularınıza güvenip kendinizi müşterinin yerine koyacaksınız. Onun yerinde olsam bu ürünü neden alırım? Ne işime yarar? Bu soruları bulduktan sonrası kolay. Sonra dönüp müşteriye bunlardan bahsedeceksiniz. Kutuptaki adama Buzdolabı satan satıcı devri kapandı. Zaten bunu yapan biri duygusuz ve biraz da ahlaksız olmalı :) Kutuptaki adamın buzdolabıyla ne işi olabilir. Ya kandırılmıştır ya salaktır. Ama artık salak müşteri yok. Herkes akıllı. Sahaya çıktığınız zaman en az sizin kadar akıllı alıcılarla karşılacaksınız. Onlara ihtiyaçları olmayan şeyi satamazsınız.Ya da şöyle demek daha doğru, ihtiyacı olduğuna ikna etmeden satamazsınız.

Sattığı ürünü tanımalı ; doğru. Zaten tanımadığı ürün için enpati de kuramaz. Ama ürünün ne olduğu önemli değil; yanlış. Ürünü sevmeli, başarılı olmak için de aşık olmalı. Mümkünse onunla yatıp kalkmalı. Hep onu düşünmeli , hep onu arzulamalı, onu kullanmalı, saklamalı, temizlemeli, tekrar tekrar kullanmalı. Ona güvenmeli, terk etmemeli. Yoksa satamaz.

Vucut diline dikkat etmeli; koca bir palavra. Nedeni basit, vucut dili Karadeniz’de başka, İzmir’de başka . Hangi dilden bahsediliyor? Lazca mı? Kürtçe mi? İstanbul dili mi? Bunları bir yere koyun. Karadeniz'de dükkana girerken Selamın Aleyküm deyin, bir de demli çayını için. Budur ortak dil. İzmir’de kibar olun ama rahat da olun. Ankara’da resmi olun, öyle spor kıyafetlerle satış yapmaya kalkmayın. İstanbul’da samimi olun, herkes kandırmaya çalışıyor. Doğu Anadolu'da Mert Adam çizgisi çizin. Bunların yazılacağı yer burası değil ama özetle nabza göre şerbet verin. Yok elini şöyle sıkmalı, yok bacağını böyle atarsa size açık gibi 30 yıl öncesi palavraları aklınızdan atın gitsin.

Konuya klasik sorularla girmeyin. Yok masada birşeyi görüp oradan konuya girmek palavralarını unutun. O kişinin masasına koyduğu birşey için nasıl konuşabilirsiniz ki? Onun kadar ne bileceksiniz. Rezil olursunuz. Hiç girmeyin hatta o konulara. Karadenizli birisine birşey satarken ben zaten Trabzonsporu tutarım aptallığını hiç yapmayın zaten. Tam tersine, onların anlatmasını isteyin, öğrenci olun, ukela değil. Sorun yöreyi, sorun adamın dertlerini, dün kaç para kazanmış, o yörenin dertleri ne, insanlar ne yer ne içer, bunlardır ortak dil. Ama asla bilmiş olmayın, hep öğrenci olun.


Amerikan CEO şirketini şöyle geliştirdi, Alman işadamı şu ürünü şöyle sattı hikaye kitaplarını kütüphanenizi süslemesi amacıyla tutabilirsiniz. Çünkü size hiçbirşey vermez. Kitapta bahsedilen yıllık geliri düne kadar 2000usd olan Türk halkı değildir, satılan da her zaman büyük finansörlerin dev reklamlarını yaptığı ürün değildir. Burası Türkiye , kendi dinamikleri ve gerçekleri ile bizim halkımız bizim memleketimiz. Onu anlamaktan geçer başarının yolu. Önce bu insanlar ne ister, neye para harcar, ne ihtiyacı vardır, bu ihtiyaçlarının ne kadarının farkındadır onu çalış. Bırak George ne demiş, Hans ne demiş.

Eğitim için ne satış kurslarına ihtiyacın var (hepsi unutmak zorunda olduklarını anlatır sana) , ne ortaya çıkıp satış için sana kurallar listesi verene (o da unutmak zorunda olduklarından özet çıkarmıştır kendince) ne de koca koca kitaplara. Kural yok. sen varsın. Önce satacağın ürünü sonra satacağın kişileri tanımaya çalış. Onları öğren. Kimdir onlar? Nerede nasıl davranmalıyım? Kim hangi hareketten hoşlanır?

Devam edecek....

21 Temmuz 2009 Salı

Tasavvuf

Elçiler ve kutsal kitapların gelişi ile birlikte Dünyaya yayılan dinler sayesinde, insanları daha doğru yaşamaya ve yaptıklarının iyi ya da kötü bedellerinin birgün görüleceği anlatılmaya çalışılmıştır. Bu elçilerin ölümünden kısa süre sonra ortaya çıkan ruhban sınıfı bu bilgileri sahiplenmeye kalkışmış, bazen doğru ama genelde saptırırak günüüze kadar taşımışlardır. Arkasından mezheplerin çıkması, tartışmalı bilgilerin olması da bu nedendirdir. Peki ne sebeple çıkar bu gruplar? Gücü elinde tutmak , “apaçık” olanı gizemli hale getirerek sadece kandilerine kalmasını istemek. Hatta bu gruplar, kitapların okunmasını yasaklayacak hale bile getirmeye çalışmışlar, el sürmek için binlerce şart öne sürmüşler, okunmayan ama evin başüstüne konulmasını isteyen kurallar uydurmuşlardır. Böylelikle rehber kitapları kimse okumayacak, bu bilgi kendilerinde kalacak, herkes onlara soracak ve güç ellerinde olacaktır.
Bu sadece din ile sınırlı kalmamıştır. Atatürk’ün elini birkez sıkmış kişi yazı dizisi yapar. Atatürk sert bakışlı, akıllı, yakışıklı, lider vs yazmaya başlar. Amaç Atam’In ününden gücünden kendine birşeyler çıkararak güç kazanmaktır. Hani hayatında yarım gün Fransa’da gezmiş birinin Fransa ve Fransızlar hakkında konuşması gibi. Ben oraları gödüm, siz görmediniz gücüdür bu. Ben Hz. İsa’yı gördüm, Buda ile aynı odada yattım, aynı savaştaydık vs vs aynı paraleldedir.
İslamiyette ise Hz.Muhammetin ölümü ile halifeler yerlerini başarı ile doldurmuş, sonra zaman içinde özellikle Abbasiler zamanında bu gruplar ortaya çıkmış. Fıkh çalışmaları ile bir sürü kurallar ortaya çıkmış, din zorlaşmış, gericilik ortaya çıkmıştır.

Tasavvuf da İslam dininin felsefi kısmı dersek çok yanlış olmaz sanırım. Ama sonuç itibariyle Kuran bilimi değildir. Kuran’ı okuyup, çalışanlar, başkalarını anlamadığını anladıklarını iddia edip, bir felsefe ortaya çıkarmışlardır. Doğrudur yanlıştır demek haddime düşmez. Ama mutasavvıflara göre bunu anlamak öyle kolay değildir. Çok çalışman, çok sorman, birilerine danışman gerekir. Oysa Kuran bize; sen onlara [de ki:] “Hakikati apaçık ortaya koyan bu ilahî kelâmı size indiren O iken, [neyin doğru neyin yanlış olduğu konusundaki] hüküm için O'ndan başkasını mı arayacağım?”demiyor mu? En'am 114

Ben bu konularda birçok sohbetlere katıldım. Kendini dini konularda çok bilgili zanneden birçok insan ile görüştüm. Çok ilginçtir ki birçok konuda kitap yalamış yutmuşken, kuranı okumamışlar. Okumuşlarsa da arapça olarak anlamadan okumuşlar. Nedenini yazmama gerek var mı?

Kendimce karaladım. Sürçü lisan ettiysek affola.
21 Temmuz 2009

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Çin

Hong Kong Çin'e geçmesine rağmen hala eski statüsünde, ayrı bir ülke gibi. Hong Kong'lular kendilerini Çin'li olarak değil Hong Kong'lu olarak tanımlıyor ve Çin'lilerden pek hoşlandıkları söylenemez. Tipik Türkiye/Kıbrıs olayı sanki.

Hong Kong gökdelenleri müthiş, aynı gökdelenlerin ara sokakları ise tamamen bir kasaba görüntüsü. Yemek kokan sokaklar, çöpler, dilenciler....

Ben orada öğrendim, HK benzeri bir yapı daha varmış, Macau. Macau eski bir Portekiz kolonisi. HK ile aynı zamanda Çin'e devredilmiş. Kumarhaneleri ve gece hayatı ile meşhur bir şehir. HK'a nazaran daha sevimli ve ruhu olan bir şehir. Eski Portekiz mahalleri ve yaşan Portekizliler mevcut.

Çin Anaülke gümbür gümbür geliyor, her yer yol, bina, inanılmaz yapılar, gökdelenler, inşaat ve fabrikalar. Halk ise hala eskide kalmış bence, hani bizim hanzo dediğimiz tarzdan, para kazanmaya başlamışlar ama harcamasını pek bilmiyorlar, yerlere tükürmek de serbest, kırmızı ışıkda geçmek de. Kültürün gelişmesi için en az 20 seneye ihtiyaçları var, heryerin tersine teknoloji önde, kültür geride.
Sıra kavramı yok, sıradayken herhangi bir çinli kaynak yapabilir. Gaz çıkarabilir, ayağınıza basabilir, gündelik normal yaşantı böyle. Yani filmlerden bildiğim uzakdoğu insanına mahsus saygı yok , gerçi içlerinde bir saflık temizlik var ama hızla bozuluyor sanırım.Her yerde bulabileceğiniz Mac Donalds kültürü sonucu olsa gerek :))

İngilizce bilmiyorsanız fazla dert etmeyin, kimse bilmiyor. Bilenleri bulmanız için aramanız gerekecek. Bulduğunuz ile anlaşmak o kadar kolay değil, Çin ingilizcesi diye birşey var sanki :))

Küçük çocukların pantalonlarının arkası açık, popolar hep ortada. Amaç istedikleri yere yapabilmeleri :)

Elektronik çok çok ucuz. Pazar yeri gibi bir binada her ürünü bulmak mümkün. %80 taklit. Ve kandırılma ihtimali çok fazla. Aldığınız bir ürünün kapasitesi aslında yarıdan az olabilir. Hemen orada denemek lazım. Bir de pazarlık çok önemli, 100 yuan denilen birşeyi 5e alabilirsiniz, denemekte fayda var.

Pekin sokakları hala bisikletlerle dolu, 30 yıl önce hiç oto yokmuş , şimdi ise kocaman caddeler otolarla kaynıyor. İnanılmaz bir trafik, insan seli, bisikletliler... Çok fazla büyük yol, çok fazla araç, çok fazla insan. Kocaman bir şehir Pekin. Tarihi doku bozulmuş, gökdelenler arasına sıkışmış ama yie de çok güzel tarihi yapılar tüm görkemiyle insanı etkiliyor.

Çin seddi'nin uzunluğu boydan boya 3.000km, toplam 6.000km. Dağın üstünde 10m yüksekliğinde dev yapı. İnanılası değil.


Anlatacak çok şey var , buraya sığmaz. Gidip görmek lazım

29.12.2005

Antivirüs konusunda Doğrular / Yanlışlar

1- Firewall'un ne önemi var, zaten şirketin ana girişinde güçlü bir firewall var ? YANLIŞ
Ağ solucanları günümüzün en büyük teklikelerinden biridir. Network'ün çalışmasını durdurur, internete erişimi engeller. Bu solucanları yalın AV programları engelleyemez, muhakkak Kişisel Firewall gerekir.
Ayrıca saldırıların en çok network içinden yapıldığı düşünülürse (%65) Kişisel Firewall şarttır.

2- Ömür boyu güncellemeli bir AV programım var, bana yeter. YANLIŞ
Ömür boyu güncellenen sadece Virüs İmza dosyalarıdır. Virüsü yakalayıp temizleyen, AV programının motorudur (engine). Motor güncellenmezse yeni tekniklerle çıkan hiçbir Virüs yakalanmaz. Ömür boyu Virüs dosyası güncellemeli ürün yerine, 1,2,3 yıllık hem Virüs imza dosyası, hem engine güncellemeli ürün almak lazımdır.

3- En hızlı AV yazılımı , en iyidir. ÇOK YANLIŞ
Bu koltukları olmayan Ferrari'ye benzer. Hız elbette önemlidir ve sistemi çok yormaması gerekir ama herşey değildir. Önemli olan çıkan tehditlere karşı, hızlı çözüm üretmesidir. Bulunan İşletim Sistemi açıklarından saatler bazında çok kısa süre içinde saldırılar olmakta, çözümü bu hızda sağlayamayan AV programları , virüsü yemektedir.
En hızlı AV çözümü, virüslere bakmayan , zararlı kodları kaçıran ve hacker saldırılarına izin veren programdır. Güvenlik yerine , sadece hızı tercih eden kullanıcılara , AV programını kaldırmaları tavsiye edilebilir. En hızlı çözüm , çalışmayan AV programıdır.

4- Bedavası varken neden para ödeyeyim . YANLIŞ
Firmalar para kazandıkça ARGE yatırımlarına para harcayabilir. Ücretsiz dağıtılan bir ürün için bu mümkün olmaz. Crack tabir edilen ürünlerin kendisi tehlike oluşturur ve sorun çıktığında teknik destek alınamaz. Güvenlik önemli konudur, sistem bedelinin %5'ini geçmeyen bedel ödemeye değer.

5- Herkesin tercih ettiği ürün en iyisidir. YANLIŞ
Bu tamamen ürünün ülkemize erken girmesi ve başarılı pazarlama sonucudur. Ürünün en iyi olduğu anlamına gelmez.

6- Mağazadan kutu ürün aldım, çok hızlı, çok başarılı, aynısını şirketime kurarım. YANLIŞ
Kurumsal Ürünler, Windows Server, Exchange, Linux gibi çözümleri barındıran, Merkezi Yönetimi olan, tek noktadan update edilebilen profesyonel ürünlerdir. Bireysel ürünler ise tek kullanıcılı PC'ler için uygundur. Referansı olmayan ve kendini kurumsal ürün olarak tanıtan ürünlerden uzak durulmalıdır.

7- Bu bilgileri bağımsız test kuruluşlarının Web sayfalarından araştırabilirim. EVET
http://www.av-test.org/ http://www.viruslist.com/ siteleri güvenilir bağımsız kuruluşlardır. Bu ve bunların benzeri sitelerden bakılabilir.

8- Her bağımsız test kuruluşu doğru bilgi verir . HAYIR
Bazı test siteleri , hissedarı ya da finansörü olduğundan bir markayı destekleyebilir. Bu yanlış, ürünün o test sitesinde her yıl %100 ödül almasından anlaşılabileceği gibi, aynı markanın başka sitelerde en alt sıralarda olmasından da anlaşılabilir. ( Olasılık hesapları mantığı gereği , zaten hiçbir ürünün %100 sonuç vermesi matematiksel olarak imkansızdır.)

9- Sunucu ve client'lara AV kurdum , yeterli. HAYIR
Bu uygulama, virüs saldırılarında dosya ve mail sunucularda aşırı yoğunluk yaratacağından , işe yaramayabilir. Bunun için, internet trafiğinin ilk girişi Gateway ürünleri ile , SMTP , POP3 ve HTTP olarak taranmalı, zararlı kodlar ayıklanmalıdır. Buna katmanlı güvenlik denir ve muhakkak tavsiye edilir.

Karşıyım (Devam edecekkkk.....

Müşterisini kazıklayıp, kötü ürünü satan tezgahtarı övenlere,
İşinde evinde beyefendi olup, trafiğe çıkınca yol vermemeyi marifet sayanlara,
Avrupa’da rezil olup, yurtiçinde kazanılan bir maçtan sonra formasını giyip aklınca hava atanlara,
Oğlunu haydut diye sevip, haydutluğu övenlere , küfür öğretenlere, bir de minik yaşta direksiyona oturtanlara,
Zamparlığı marifet sayanlara da, ayıplayanlara da,
İyilik yapmamak için bir sürü bahane bulup, yardım isteyenlere elini cebine atmayanlara,
Her türlü hayvana ama özellikle köpeklere iyi davranmayanlara,
Benim kocam asla yapmaz diyenlere,
Doğru dürüst tanımadan, birisi ile tanışıp bir ülke halkı için yorum yapanlara,
Kuranı okumadan bir şeyler uyduranlara, bu saçma bilgilere karşı çıkıp tartışanlara da,
Çok içki içip saçmayalana da, çok sigara içip kendine de çevresine de zarar verene,
Ülkemi sevmeyip, tanımayıp, öğrenmeyip , yurtdışı yaşam hayranlarına,
1-2 yaşındaki çocuğuna kapsamlı bir doğum günü partisi verip, onun eğlendiğini sananlara,
Araştırmadan, bilmeden, "Türkiye'de ilk ben yaptım" diyenlere,
Çocuğuna sadece farklı olsun diye abidik gubidik isim koyanlara ,
Bir hastalık hakkında kulak dolgunluğu kadar bilgisi olup da nasihat verenlere,
İki kelimeyi biraraya getirmekten aciz olup, bir de oturup kitap yazanlara,
Çağırdığın zaman davetini beğenmeyip, sonra işsiz kalınca "bana iş var mı sizin şirkette" diyenlere,
Yıllardır bir baltaya sap olamamış, bana kndi işimi öğretmeye kalkanlara,
Son derece modern Atatürk Havalimanımızın gümrük kapısındaki kuyruklardan , sanki dünyayı gezmiş de iyilerini görmüş gibi şikayet edenlere,

Dostlarımızı koruyalım

İnsanlarımız hala köpekleri en büyük tehlike olarak görmektedir. Halbuki köpek ısırmasından ölen kişi senede birkaç kişiyi geçmez. Oysa trafik kazalarından her yıl yaklaşık 5000 kişi hayatını kaybediyor. Durum böyle iken, sokakta kendi halinde giden bir köpek gördüğünde belediyeyi defalarca arayıp köpeğin alınmasını isteyen insanlar, hatalı sollayan, şehir içinde hız denemesi yapın, kırmızı ışıkta geçen, alkollü direksiyona geçip canların kaybolmasına, ocakların sönmesine sebep olan kişiler hakkında aynı titizliği göstermemektedir. Bu gün gıdalarımıza zararlı kimyasallar katan imalatçılara , zehirli dumanlarını havaya veren sanayi tesislerine, zehirli atıklarını içtiğimiz su kaynaklarına arıtmadan atan fabrikalara, hormonlu sebze meyve yetiştiren üreticilere maalesef köpeklere gösterdiğimiz tepkiyi veremiyoruz. Ne yazık ki, bizi içten içe öldürenler, köpekler kadar korkutucu olamıyor.Nasıl sokaktaki her insan potansiyel bir hırsız veya kapkaççı olamazsa, sokakta dolaşan her köpeğin de saldırıp ısırması düşünülemez.İnsanlarda nedense en tehlikesiz olan bu hayvancıklara karşı önyargı ile oluşmuş bir korku var.Ayrıca doğduğundan itibaren sürekli taşlanan, dövülen, yakılan, tecavüze uğrayan, kolu bacağı kesilen, boynuna tel bağlanıp sıkıldıktan sonra terk edilen hayvanlar, KENDİNİ KORUMA İÇGÜDÜSÜ ile saldırgan olabilmektedir. Çok yakın zamanda heybeli adada piknikçiler tarafından kafasına eğlence olsun diye pet şişe geçirilip bırakıldıktan sonra 10 gün aç susuz yaşayıp ölmek üzereyken bulunup kurtarılan köpek, çocuklar tarafından üstüne benzin dökülüp yanarken taşlanan köpek, ormanda defalarca tecavüze uğrayıp iç organları parçalanan köpekler uygulanan vahşete canlı kanıttır.Bir apartmanın 6. katında oturan insanlar, sokaktaki kedilerden rahatsız olduklarını söylüyorlar. Isırmayan, havlamayan, yolunu kesip saldırmayan bu hayvanlardan niçin rahatsız olduklarını ise anlatamıyorlar.İnsanoğlu bahçeli evlerinden çıkıp, gelişen teknolojiye paralel olarak, beton ve demirden oluşmuş adına apartman dediğimiz bloklara kendini hapsedip DOĞADAN TAMAMEN koptuğunda, sokakta hayvan görmeye dahi tahammül edemez oldu. Zararsız bir kedi bile onu rahatsız eder oldu. Kendi dışındaki tüm canlıları öldürüp yok etme anlayışı hakim oldu. “Uygarlıkta öldürmek var mıdır?”Sokaktaki bir köpekten korkanı anlayabiliyoruz. Ama sırf korktuğu için, bunların yok edilmesini istemeye hakları yok. Kormak veya sevmemek insanın elinde değil ama, bunlara acı çektirmemek, onlar için insani ve vicdani koşullar hazırlamak insanın elinde. Biz buna ayrıca mecburuz. Acı ve ızdırap tohumları ekenler, mutluluk ve huzur biçemezler.Ayrıca hayvan sevmek onu alıp evde beslemek değil. Hayvan sevmek, onun doğada var olma ve yaşam hakkını kabul etmek ve bunun için mücadele etmektir.

Alıntı : http://www.dohayko.org/