18 Temmuz 2010 Pazar

İŞTE VİRÜSTEN KORUNMANIN 10 PÜF NOKTASI

1-Antivirüs, antispy, antiphising, antispam, Uygulama kontrolü, Sandbox (güvenli ortam) ve güvenlik duvarı içeren kapsamlı güvenlik teknolojilerini kullanın. Önemli verilerinizi yedekleyip saklayın.
2-Sadece lisanslı yazılım yükleyin. Korsan yazılımın sadece telif hakkını çiğnemekle sınırlı kalmayıp, ülkenin vergi kaybına da neden olacağını unutmayın.
3-Kullanacağınız lisanslı yazılımın büyük yatırım, sürekli araştırma ve geliştirme çalışmalarıyla ortaya çıktığı bir gerçek. Ücretsiz yazılımların bu konuları ihmal ettiğini aklınızdan çıkarmayın.
4-Yasal yazılım, düzenli bir şekilde güncelleşiyor. Bilgisayarınızda kullandığınız yazılım güncelleştirmelerinden sizi haberdar ettiğinde yeni bilgileri hemen yükleyin.
5-Güvenliğinizi göz önünde bulundurup, kullandığınız yazılımı gözden geçirin ve bilgisayarınızı zararlı yazılımlara karşı düzenli olarak tarayın.
6-Ağ tehditleri ve yeni türde dolandırıcılıklara karşı gerçeğe uygun haberleri dikkate alın. Bu haberlerin Hoax (Sahte içerikli) olmadığını anlamak için uzmanlardan yardım isteyin.
7-İnternet üzerinde oyun oynarken sezgilerinizi kullanın. MSN, Facebook gibi sosyal ağlar ve sohbet ortamlarında kredi kartı, şifre gibi kişisel bilgileri asla paylaşmayın. Şifrenizi sık sık değiştirmeyi de ihmal etmeyin.
8-Ağ saldırılarının çoğunun ‘insan faktörü’nden yararlanarak, sadece merakınızı çekerek başarılı olduğunu unutmayın. İndirip çalıştırdığınız tüm dosyalar, tanıdığınız kişilerden gelse bile bağlantılarına dikkat edin.
9-Tüm hesaplarınız için tek bir şifre yerine, her hesap için ayrı ayrı şifre oluşturun. Aksi takdirde özel bilginize sızan korsanın çözeceği şifreyle, bütün hesaplarınızı kolayca ele geçireceğini unutmayın. Önemli verilerinizin kopyalarının yedeklerini saklayın.
10-İnternette dolaşan her bilginin başkaları tarafından okunabileceğini asla unutmayın. Çok gizli bilgiler içeren e-postalar yollayacaksanız, içeriğin başkaları tarafından okunmasını engelleyen yazılım ve sertifikalar kullanın.

Şifre seçimi için yapılması gerekenler ise aşağıda ;

· Farklı sitelere aynı şifreyi kullanmayın
· Bigisayarınızın şifrenizi hatırlamasına izin vermeyin
· Tahmin edilmesi zor , güçlü şifre kullanın –örneğin 12 ve üzeri harf ve sayıdan oluşan
· Basit algoritma kullanmayın – 123 , soyadı, çocuğunuzun ismi gibi
· Düzenli aralıklarla tüm şifrelerinizi değiştirin
· Eski kullandığınız şifreleri tekrar kullanmayınŞifrenizi hiçbir yere yazmayın

· “Bu kötü adamlar bu kadar internet kullanıcısı arasında beni mi bulacaklar” söylemi aşağıda gözüken araştırma sonuçlarına bakıldığında anlamını tamamen yitiriyor.
·
· 1:3 – 1 yıl içinde şifre çalma özelliği olan zararlı kodun bulaşabileceği ev bilgisayarı ihtimali
· 1:4 – 1 yıl içinde botnetin parçası olabileceği ev Bilgisayarı ihtimali
· 1:8 – 1 yıl içinde şifre çalma özelliği olan zararlı kodun bulaşabileceği şirket bilgisayarı ihtimali
· 1:12 – 1 yıl içinde botnetin parçası olabileceği şirket Bilgisayarı ihtimali
· 1:160 – 1 yıl içinde otonuzun çalınma ihtimali
· 1:700 – 1 yıl için evinizin soyulma ihtimali
· 1:600,000 – 1 ıyıl içinde evinize yıldırım isabet ihtimali

Botnet Tehlikesi

86 yıllarında başlayan Boot Sector virüsleri 8 yıl içinde yerini macro virüslere bıraktı. 2000li yıllara gelindiğinde artık ağ solucanları , hemen akabinde ise casus yazılımlar, spamler ve nhayetinde ise Botnet’ler karşımıza çıktı. Tehditler hem şekil hem de yöntem değiştirerek internette bulunduğumuz her anda, hatta herhangi bir mail almadan ya da bir sayfaya girmeden bile bizi tehlikeye sokmaya başladı.

İsmini Robot haline dönüşmüş bilgisayarlardan alan Botnet mimarisi, Amiral gemisi ve onun yanında destek veren küçük gemilere benziyor. Amiral gemi saldırdığında diğerlerinin saldırması gibi , Botnet’i kontrol eden hacker botnet’e bağlı tüm sistemleri yöneterek saldırının hep beraber yapılmasını sağlıyor. Öyle ki sanal alemde bu diğer gemilerin sayısı 10.000lerle ifade ediliyor. Konunun gelişimi şöyle, kötü kod yazarları bir araya gelerek genellikle hiçbir koruması olmayan sistemleri ele geçiriyor. Bu sayı ciddi rakama ulaşınca merkezden yönetebilecek hale getiriliyor. Bunu ciddi bir Botnet alıcısına pazarlıyorlar. Botneti alan kişi ise, bu botnet sayesinde kredi kartı bilgileri, kimlik bilgileri gibi bilgileri ele geçirip bunu sanal dünyada satıyor. Yani bu yapı bir borsa gibi günlük değişen fiyatlarla satılıyor.
Botnet üzerinden yapılabilecekler sadece şifre hırsızlığı değil, spam gönderimi, yasal olmayan haberleşme, silah veya uyuşturucu kaçaklığı gibi işlerde de kullanılıyor. Hatta isterseniz bir botnet sahibi ile görüşerek rakibinizin sistemlerini ücreti karşılığında, ki bu ücret saat ya da gün başına alınıyor, bir botnet saldırısı ile çalışamaz hale getirebilir, bu süre zarfında avantajlı duruma geçebilirsiniz. Bütün bu pazarlıklar hacker aleminde açık yani ayan beyan internet üzerinden yapılıyor.

Denilebilir ki, karşımızda örgütlü dev bir hacker camiası var ve bu camia gerçek hayattaki mafia benzeri örgütlerden daha tehlikeli. Üstelik korunmasız veya iyi korunmayan bir bilgisayarın sahibi farkında olmadan bu örgütün parçası durumunda olabilir. Birgün silah kaçakçılığıyla, porno spam gönderimiyel suçlanabilir. Özetle bilgisayarınızda bilgilerin önemli olmaması sizin koruma programı kullanmamanıza neden değil. Bilgisayarınızı korumazsanız, birileri ele geçirip yani zombi sistem haline getirip , sizi hiç de arzu etmediğiniz suçlamalarla karşı karşıya bırakabilir.

Diyelim ki koruma sağladınız , en iyi ürünleri kullandınız. Peki bilgisayarınız çalınırsa ya da örneğin uçak yolculuğunda veya bir araç içinde yani bir herhangi yerde kaybederseniz? Bilgisayarınızda bilgiler sizin çok özel bilgileriniz olabileceği gibi, çalıştığınız kurumun ticari sırlarını da barındırıyor olabilir. Bu problemin çözümü için krypto yani bilgiyi şifreleme programına ihtiyacınız var. Maalesef bitmedi, bilgilerinizin yedeklenmesi, yanlı silinme sonucunda geri alınabilmesi de lazım. Ev kullanıcılarının internetin bu çürkin yüzünden çocuklarını korumaları gerektiğini de unutmamak lazım. Bir de ihtiyaç listenize Ebeveyn kontrolü adı verilen, sakıncalı sitelere giriş, sakıncalı kişilerle konuşma yasağı koyabilen modüle de ihtiyacınız var. Çocuğunuzun ne zaman , kaç dakika internete girmesi gerektiğini de ayarlayabilmeniz lazım.
Anlatmak istediğim; virüs ve casus program koruması, kişisel güvenlik duvarı, spam koruması, yedekleme, ebeveyn kontrolü, şifreleme ve şifreleri yönetme gibi modüllere sahip değilse internet kullanıcısı internete çıktığı andan itibaren tehlikededir. Bu konularda bilinçlenmesi, araştırması ve en iyi ürünü kullanması gerekir. Ucuz, kopya gibi ürünler ya da sadece hızlı çalışıyor diye etkisiz güvenlik programlarını seçmemeli. Kurumlar için konu daha karmaşık, firewall, web filtreleme, Saldırı tespit ve koruma sistemleri, sanal ağlar gibi tüm bileşenleri oluşturmadan güvenlikten bahsetmek imkansız.

Konuyu şöyle özetleyebiliriz;
- Güvenlik bireylerden başlar. Bireyler evlerinde ya da çalıştıkları kurumlarda bilinçli kullanıcı olmazlar ve iyi ürünü seçmezlerse güvenlikten söz etmek mümkün değildir.
- Sizin bilgileriniz önemli olmasa bile, zombi sistem olmanız durumunda kanun karşısında zor durumda kalabilirsiniz.

Kido (Coficker) 6 Milyon, Zeus is 21 Milyon bilgisayarı ele geçirmiş durumda.

25 Mayıs 2010 Salı

Haydi Türkiye diyorum, tek gereken inanmak.

60lı yıllarda doğanların bolca duydukları söylemler geldi aklıma. İçlerindeki anafikir hep Avrupalaşmak, hep Avrupa gibi olmaktı. Bir Avrupa tutkusu soktular içimize daha minik yıllarda. Uzay çağını yaşayan Avrupa ile Taş devri ülkesi Türkiye.

Benim iş hayatına kadar Batıyı görme şansım olmadı. Tüm çocukluğumuz Avrupa görenlerin bize anlattıklarına inanmakla geçti. Mesela Almanya görmüş birisinin anlatacaklarını dinlerken ninelerinden masal dinleyen çocuklar gibi etrafına oturup , anlattıkların hepsini sorgulamadan , şartsız ve kayıtsız inanarak hayranı olurduk. Her yurtdışına giden de bize masal gibi anlatırdı zaten. Hep muhteşem bir ülke, şahane bir yaşam. Önceleri ilkokul müfredatında Yerli mallar haftası vardı. Hepimiz evlerimizden Türk Malı ne varsa getirir, birbirimizle paylaşırdık. Tamam o dönemde fazla birşeyimiz olmadığından sadece Türkiyede yetişen meyve ve kuruyemişlerle yapardık bunu. Ama Türk Malına , Türk emeğine bir sevgi bir saygı vardı.Sonra kaldırdılar bunu dalga geçerek. Bizlerin minik beyinlerine de soktular üstelik, ben de ne gerek var diye düşünüp, Türk malları ile çocuk aklımca dalga geçtiğimi hatırlıyorum. İlk Türk uçağı, otomobili de benzer süreçlerden geçti besbelli.

Lise yılları gelip çattığında, bu Avrupa tutkusunun bizim çocukluk yıllarına özgün olmadığını anladık. Osmanlının en az son 300 yılı da böyle geçmiş. Hep Batı medeniyetine ayak uydurmak amaç olmuş sultanların gelişme programları. Büyük Atatürk’ün de söylevi öyle değil mi? Batı medeniyetleri seviyesine ulaşacağız. Öyle ya, o seviye bizi refaha götürecek, memleket bolluğa ulaşacak, daha medeni yaşayacağız.

Evet bunlarla büyüdük, hep bir Batı hayranlığı ve hatta hayranlığın ötesinde bir ulaşamamazlık. Ortak bir ülkü, bir hayal. Bu yolda yapılan çalışmalar, çabalar ve hatta savaşlar. Şimdi baktığımızda durum çok farklı mı? Hayır, halen br Avrupa Birliği hayali ile yaşıyoruz.

2009 yılının çoğunu yurtdışında geçirmek zorunda kaldım. Bu sürede başta Berlin olmak üzere, Paris ve Dortmund’u da görme ve oralarda yaşama şansım oldu. Almanlarla aynı kafede kahve içtim, aynı marketten alışveriş yaptım, aynı hastane koridorlarında sohbet ettim. Yollarında yürüdüm, trenlerine bindim, okullarını ziyaret ettim. Çok şaşkın ve bilgisiz hissettim kendimi. Ama bu şaşkınlık sanıldığı gibi onlardan az bilmekten değil, bugüne kadar peşinde koştuğumuz Avrupa’nın hakkında hiçbirşey öğrenememişliğimden. Yıllarca anlatılan Avrupa yoktu gördüğüm, yolları bakımsız, hastaneleri pis, kamu çalışanları ilgisiz , okulalrında seviyesiz eğitim, ahlaken çökmüş gençlik vardı gözümde. Bu muydu peşinde koştuğumuz? Öyle ya, Osmanlıdan bugüne hep br Avrupa hayali yok muydu? Hala halkımız arasında Avrupa’yı anlata anlata bitirenler yok mu? Hala kendi memleketini yerden yere vurup, Avrupayı devleştirenler yok mu? Peki Bugün Dünya’yı daha fazla kirleten de , hayvanlar üzerinde deneyler yapan da, Afrika ve Asya ülkelerini sömürenler de Avrupa ve Avrupa uzantıları iken bu Avrupa merakı niye?

Biz medeni kanunumuzu İsviçre’den aldık, minareyi yasaklayan ülkeden. Onlar yasaklaya dursun, biz rahip yetiştiren ruhban okulunu açıyoruz, Türkiye’de Kürt açılımını bile konuşulurken, Fransa’da sözda Ermeni soykırımını düşünmek bile yasak, bizim hastanelerimizde yabancılar dahil herkes tedavi görür, yurtdışında sigortanız ve paranız yoksa kimse bakmaz, ben nasıl geriyiz onlardan bir türlü anlamıyorum. Sokaklarımız, tren istasyonlarımız daha temiz , insanlarımız daha güleryüzlü, daha insanız kısaca.

79 yılının son aylarında sektöre katıldım ve direk kendimi Bilişim sektörünün gelişmesi içinde buldum. O günden bugüne gerçek anlamda köprünün altından çok sular aktı, geçti. 2 kişinin zor taşıdığı 10MB lık disklerden geldiğimiz güne bir bakınca rüya gibi geliyor. Benden bir nesil öncesi bu mesleği ülkemizde ilk uyguluyan abilerim bana sadece hesap makinesi özelliğindeki koca yarı mekanik makinelerden bahsederdi. Ben sadece muhasebe programı çalıştırabilen bir oda büyüklüğündeki bilgisayarların çağına yetişebildim. Bunları tanımak, çalışmasını öğrenebilmek için 3-4 ay yurtdışına kursa gidilirdi, ben de çok gittim. Her gittiğimde yaşadığım şaşkınlık onların bizden daha iyi olmaları konusunda olmadı hiçbir zaman. Tek farkımız onlar inanmış çalışıyordu, biz inanmıyorduk. Her zaman onların yapması beklenirdi. Onlar üretirdi, biz tamir etmek kullanmak için onların kurs vermesini beklerdik. Peki onlar o fabrikaları kaç yıl önce kurmuşlardı? Asırlardır mı bu işi yapıyorlardı? Hayır, aradaki fark 20 yıl. Topu topu 20 yıl. Bu fark Osmanlı zamanında 50, şimdi ise 10 yıl. Aralığın azalması ya da çoğalması bunun kapatılabilecek fark olduğunu söylüyor bana, yanılıyor olabilirim. Yıllar hızla akmaya devam etti. Birçok inanan abim yurtdığşında önemli projelerde yol aldı. Biri NASA sistemlerini tasarlayan gruba transfer oldu. Bu güzel kişiler Türk okullarında yetişti. İnanmayan bir ülkenin, inanmayan okullarında, inanmayan hocalardan ders aldılar. Ama onlar inandı. En azından kendilerine inandı.

Cebimde taşıdığım mobil cihazım ile her yerden haberleşmeye devam ederken bir yandan uçak biletimin rezervasyonunu yapıyor, çocuklarıma Paris resimlerini yolluyor ve nereleri gezeceğimi gösteren haritadan yönümü buluyorum. İlk günlerde de Bilgisayar ve yazılımlar hem Batıdan gelirdi, şimdi de. Hala ülkemizde gerçek bir bırakın Pcyi, bir parça üreticisi bile yok. O zaman da gelişmiş yazılımlar hep batıdan geliyordu, şimdi de. (Bir elin parmaklarından az , istisnai üreticileri hariç tuttum) Yani yine bir Batı hayranlığı sözkonusuydu, her gelişmenin oradan çıkması beklenirdi, hala değişen birşey yok. Çok iyi hatırlıyorum, hizmet verdiğim bir firma Bilişim Teknolojiler işine gitmek istedi ama yurdışından alıp satmayalım, birşeyleri en azından Türkiye’de üretelim dediğinde ,ben dahil herkes güldü ve engelledi. Kimbilir belki potansiyel bir üreticinin yolunu kestik. Çünkü inanmadık, çünkü bize buna inanmamız öğretilmemişti. Batı yapar bize satardı. Sonra Doğu yapar bize satar oldu. Biz yine yapamazdık, kimse buna inanmadı.

Şimdi sonuca gelirsek, bana aktarılan Avrupa ile gördüğüm Avrupa çok farklı. Ben inatla ve şiddetle ülkemin daha modern daha medeni daha yaşanılır olduğunu savunuyorum. Tabii ki eksiklerimiz var, tabii ki geri olduğumuz konular var. Bilişim Teknolojilerinde bulunduğumuz yer itibarı ile gerçekten Ülkemizgeri. Nedenini anlatmak için tekrar başa dönmek istemiyorum ama eğer 70li yıllardan itibaren bizim de bir bilgi toplumu olabileceğimize inansaydık, şimdi Türkiye’de işletim sistemi de olurdu, antivirüs yazılımı da, chip tasarımı da.

Ben diyorum ki, çok geç değil. Bilişim Teknolojileri konusunda neden daha iyi olmayalım? Neden kendimize biraz daha güvenip çok çalışmıyoruz? Neden Batı’dan bekliyoruz? Geçenlerde Tübider, Microchip tasarım yarışması düzenledi ve başta dernek üyeleri tarafından top ateşine tutuldu.İnanılmaz ağır eleştirilere marız kaldılar. Acımasız yazılar moralleri bozdu, çalışmanın nasıl sonuçlandığını bilmiyorum. Ben 5 yıldır Antivirüs yazalım ülkemde diyorum, gülüyorlar, ayıplıyorlar. Çok şaşırmamak lazım, 400 yıldır biri ne zaman bunu söylemek için ortaya çıksa dayak yiyor. Matbaanın onlarca yıl sonra geldiği bu ülke inat ederek okuma yazma oranını Dünya ortalamasının üstüne getirdi. Bu başarıyı nasıl görmüyoruz? 100 yıl gerideyken şimdi Batının ensesindeyiz. Bu dinamizm hangi ülkede var , şahsen ben bilemiyorum.

Bu ülkede tekstil üretimini de küçümseyenler bilsin ki, uluslar arası pazarda artık Türk ürünlerinin yeri ucuzlar değil kaliteliler arasında. Aranılan sorulan ürünler hep Türk. Beyaz eşyada, Otomotivde yerimiz küçümsenemez. Organik gıda üretiminde iyi yol katettik. Bunca engellemelere, dışlanmalara rağmen burada sıralanamayacak kadar çok Türk ürünü, yurtdışı pazarlarının hakimi Bilişim Teknolojileri de olabilir. Microsoft merkezde birçok Türk üst görevlerde. Görüştüğüm birçok Bilişim Teknolojileri firmasının üreten ekiplerinde de yöneten ekiplerinde de Türkler oldukça fazla.

Son 5 yıldır çok fazla sayıda Üniversitede seminer verdim, panellere katıldım. Bilişim Teknolojisi yolunda o kadar istekli ve hatta bilgili genç arkadaşımla tanıştım ki, inanamazsınız. Hepsi kıpır kıpr, ellerinden tutulmasını bekliyor. Onlar inanmış, yatırımcıların, devletin inanmasını bekliyor. Onlarla gurur duyuyorum. Seminer esnasında duydukları heyecan, konuyla ilgilenmelerinin onlarda verdiği keyif ve onur, samimi sorular,katılımlar... Hala yazışıyoruz çoğunla. Bilgiye ve bilgi sahibi olana gösterdikleri saygı ve hatta sevgi gözlerinin içindeki pırıltıdan gözüküyor zaten. Onları seviyorum.

Bir defasında oyun yazdırmak için ekip arıyorum dediğimde gelen kendini tanıtım bilgileri gözlerimi yerinden oynatmıştı. Kendi kendine güvenlik yazılımı yapanlardan, kendi işletim sistemimi yazacağım diyenlere kadar var. En az onlar kadar, onlardan daha iyisini de yaparız diyecek kadar iddialılar da.Ne güzel, ne gurur verici.

Nasıl olacak sorusunun cevabı da cebimde. Buyrun enine boyuna tartışalım. Bu ülkenin bu konuda yatırım yapması için gereken bütçesi var. Sokaklara her bahar tonlarca para harcanıp dikilen , en fazla 2 ay sonra solan ya da tahrip olan minik çiçeklerin parası bile bu işe başlamak için yetebilir. Olmadı bir kentin her sene söküp yeniden yapılan kaldırımlarının parasını kullanırız. Olmadı 3-5 futbolcuya ödenen transfer parasını birleştiririz, o da mı olmadı, her gece havaya atılan havai fişek başına para toplasak yine buluruz bu parayı.

İlk iş bir enstitü kuralım. Bu kurumun başına geçebilecek bu işe yetecek bilgili ve değerli birisini bulmak zor değil. Bu kurum, Hükümetlerden bağımsız tamamen özgür olacak herşeyden önce. Hiçbir devlet kurumunun altında veya etkisinde çalışmayacak. Konusunda yeterli güce sahip olarak, ülkenin üst kurullarına sunduğu programların kabul görmesini sağlayacak. Oluşturacağı icra kurulu için de zorlanacağımızı sanmam. Yeter ki bu kurulun sadece akademisyen değil, özel sektörden birileri tarafından da oluşturulması gerekir. Çok ciddi ücretlerde çalışacak bu ekip şunları yapacak;

- Ülke çapında Bilişim Teknolojileri programlarını belirler. Hangi okulda hangi müfredat okutulacağının planlaması

- STK ların desteği le tüm yurt çapında geniş katılımlı Bilişim konferansları düzenlenmesi

- Bilişim sektörü çalışma standartlarını belirlenmesi

- Üniversitelerin ilgili bölümlerinden seçkin öğrencilere geniş kapsamlı kurslar düzenlenmesi

- Yatırımcılara yol haritası çizerek, donanım yazılım yatırımları yapılmasını desteklenmesi ve hatta bu yatırımlar için devlet teşvikleri sağlanması

- Gerekirse yurtdışından bilgi ve kişi tranferleri yaparak , kurumun her zaman güçlü, güncel ve dinamik kalmasının sağlanması

- Yurt çapında şubeler açarak , bu çalışmaların yaygınlaşmasının sağlanması

- Üniversitelerin ilgili bölümleri ile ortak çalışmalar yaparak BILIŞIM TEKNOLOJILERI donanım ve yazılım laboratuarları oluşturulması

Altalta birçok görev sıralanabilir. Hayal gibi gelen bu örgütlenme kolay olmayacak elbette. Benzerleri başarıldıysa geçmişte, bu neden olmasın. Halkevleri, Köy enstitüleri bunu yapmadılar mı? Siyasetlerin etkisinde kalmasalardı, Türkiyenin yeri belki de daha farklı olacaktı günümüzde.

Haydi Türkiye diyorum, tek gereken inanmak.

....................

17 Aralık 2009 Perşembe

Hayvanlar üzerinde test yapan firmalar

Arm & Hammer; http://www.armhammer.com/
Bic Corporation; http://www.bicworld.com/
Chesebrough-Ponds; http://www.pondssquad.com/
Church & Dwight (Aim, Arm & Hammer, Arrid, Brillo, Close-up, Lady’s Choice, Mentadent, Nair, Orange Glo International, Pearl Drops); http://www.churchdwight.com/
Clairol (Aussie, Daily Defense, Herbal Essences, Infusium 23, Procter & Gamble); http://www.clairol.com/
Clorox (ArmorAll, Formula 409, Fresh Step, Glad, Liquid Plumber, Pine-Sol, Soft Scrub, S.O.S., Tilex); http://www.clorox.com/
Colgate-Palmolive Co. (Hills Pet Nutrition, Mennen, Palmolive, SoftSoap, Speed Stick); http://www.colgate.com/
Cover Girl (Procter & Gamble); http://www.covergirl.com/
Dial Corporation (Dry Idea, Purex, Renuzit, Right Guard, Soft & Dri); http://www.dialcorp.com/ Johnson & Johnson (Aveeno, Clean & Clear, Listerine, Lubriderm, Neutrogena, Rembrandt, ROC); http://www.jnj.com/
Lever Bros. (Unilever); http://www.unilever.com/
L’Oréal U.S.A. (Biotherm, Cacharel, Garnier, Giorgio Armani, Helena Rubinstein, Lancôme, Matrix Essentials, Maybelline, Ralph Lauren Fragrances, Redken, Soft Sheen, Vichy); http://www.loreal.com/ Max Factor (Procter & Gamble); http://www.maxfactor.com/
Mead; http://www.meadweb.com/Melaleuca; http://www.melaleuca.com/
Mennen Co. (Colgate-Palmolive); http://www.colgate.com/
Noxell (Procter & Gamble); http://www.pg.com/
Olay Co./Oil of Olay (Procter & Gamble); http://www.oilofolay.com/
Oral-B (Procter & Gamble); http://www.oralb.com/
Pantene (Procter & Gamble); http://www.pantene.com/ Physique (Procter & Gamble); http://www.physique.com/
Playtex Products (Banana Boat); http://www.playtex.com/
Procter & Gamble Co. (Clairol, Cover Girl, Crest, Gillette, Giorgio, Iams, Max Factor, Physique, Tide); http://www.pg.com/
Reckitt Benckiser (Easy Off, Lysol, Mop & Glo, Old English, Resolve, Spray ’N Wash, Veet, Woolite); http://www.reckittbenckiser.com/
Richardson-Vicks (Procter & Gamble); http://www.pg.com/
Schering-Plough (Bain de Soleil, Coppertone, Dr. Scholl’s); http://www.sch-plough.com/
S.C. Johnson (Drano, Edge, Fantastik, Glade, OFF!, Oust, Pledge, Scrubbing Bubbles, Shout, Skintimate, Windex, Ziploc); http://www.scjohnson.com/
SoftSoap Enterprises (Colgate-Palmolive); http://www.colgate.com/
Suave (Unilever); http://www.suave.com/
Unilever (Axe, Dove, Lever Bros., Suave, Sunsilk); http://www.unilever.com/

3 Aralık 2009 Perşembe

İsviçre kim?

Bildiğim kadarıyla İsviçre AB’de değil. Olsa da birşey farketmez, olmasa da ; Bizim medeni kanunumuzu örnek aldığımız en medeni kabul ettiğimiz İsviçre halkı minare görmek istemiyor.
Rahmetli babam olsa, aynen şöyle derdi, alacaksın bir odun, bakalım bir daha yapacaklar mı? Gel de babama hak verme. Yahu bu mudur bizim Medeni dediğimiz İsviçre? Ülkemizin her yerinde Kilise , Sinagog varken çıkan karara bakın. Ben Bakırköy’de büyüdüm. Sabahları önce ezan sesiyle uyanır, sonra da Çanların ahengi içinde okulumuza giderdik. Hala hem kilise hem cami olan yapılar var bizde. İsviçre denen beyni anca robot kapasitesinde olan bu insanların çoğunluğuna bir bakın. Tahammüleri bile yok minare görmeye.
Ben 6 ayı geçkindir Berlin’e gidip geliyorum. Artık Berlin, Almanya ve Avrupa Birliğinin en güçlü ülkesi hakkında yorum yapma hakkım var. Eminim bu yorumlara katılmayıp, “ben de Almanya’da 3 ay bulundum ama senin dediklerine katılmıyorum” diyenler çıkacaktır. Sevgili kardeşim, Almanya’da ne yaptın? diye sorduğumda genellikle cevap “bir firmada çalıştım”, “üniversitede bir çalışmaya katıldım” filan şeklinde olacaktır. Gel sen halkın arasına bir karış birader, hergün hastanelere git, metroya otobüse bin, pazara çık. Ondan sonra bana katılma göreyim. Nasıl ki İstanbul Türkiye demek değilse, senin tanıştığın nispeten düzgün insanlari gördüğün firmalar Almanya değil.
Demek istediğim şu ki, Avrupa Birliği tam bir balondan ibaret. Tamamen Amerikan siyaseti benzeri, Avrupa reklamları. Güçlü Avrupa imajı ile yeni katılan Doğu Avrupa ülkelerine yapılan yardımlar, büyük projeler, dünyanın sayılı zenginleri sokakta yok. Sokaktaki insan pislikten geçilmeyen , aylarca kazılı kalmış caddelerde yaşıyor, keskin idrar kokusunun sardığı metro istasyonları, leş gibi metro, sigara izmartileri ile dolup taşan sokaklar, kendini haftasonu içkiye vererek yaşadığını sanan insanlar, her kapı başı sinek gibi yapışan dilenciler, gecenin bir yarısı çırılçıplak soyunan dejenere gençler, kendinden başka herkesi küçük gören ırkçılar, gittikçe batan sağlık birimleri,
azalan sosyal yardımlar, suratsız ve mutsuz insanların ülkesi Almanya. Bu Almanya ki, Avrupa Birliğinin en güçlü ülkesi.
Avrupa birliğine girince ya da girme çalışmaları devam ettikçe ne olacak biri bana öğretsin. Yatırımcılar mı gelecek? Bunun için AB’ye ne ihtiyaç var. Gerekli düzenlemeler ile kralını çekersin ülkeye. Güvenlik mi? Güldürmeyin beni, AB’ye yaklaştıkça “açılımları” da görüyoruz. Ucunun nereye gideceğini anlamamak için aptal olmak lazım. E nedir bu istek o zaman? Zaten gerçekleşmeyecek bir hedef için bu eziklik niye. Bunu Osmanlı da son 200 yılında yapmadı mı? Ne işe yaradı? Tam tersine çöktü.
Artık ne insanlarımızı kandırın ne de bu rüyaya devam edin. Gelin vazgeçelim , ak mı kara mı belli olsun geleceğimiz. Ne kaybedeceğiz ki !
Bence daha fazla çalışarak, aramızdaki hırsız yobaz hortumcu yani şerefsiz ayak takımını ayırarak, kendimize güvenerek ve akıllıca yapacağımız her adım bize yükseltecektir. Bunu yapacak kaynağımız hala var, o güç damarlarımızda.
Bakarsınız hem lazı, çerkezi, hem Kürdü, Türkü elele vererek gösteririz gücümüzü de Ata’mın ruhu rahatlar, haksız mıyım?

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir garip yolculuk öyküsü

Ani çıkan kararla apar topar Berlin yolunu tutmam gerekti. Topu topu 3 bilet alacaktım, İstanbul- Berlin, Berlin-Moskova, Moskova-İstanbul. Yaklaşık 3 saat 8 bilet alıp, üçünü tarih değişikliği, beşini iptal ederek ancak istediklerime ulaştım. Aslında ulaştım da denmez , ben öyle sanıyormuşum. Kredi kartı ile bilet alım işlemi bittikten sonra sitede verilen numarayı aradım, herhangi bir bilgi verilmediği için yaklaşık 12 dakika bekledikten sonra geceleri çalışmadıklarını anladım. Üstüne üslük bizim yaman delikanlı Tarçın gök gürültüsünden korkup bütün gece beni uyumayıp beni esir edince gece bitmedi , kısaca kabustu L Sabah sitenin sahibi firma ETS Tur’dan arayan bey, kredi kartı ve nufüs cüzdanı fotokopilerini faks çekmemi istedi. Aramızda pek güzel konuşma geçtiği söylenemez. Sonunda anladım ki siteden alışveriş yapanların içinde büyük oranda sahtekar var, müslüman ve Türklüğüyle öğünen halkımın derdi imanı online siteleri dolandırmak. Bizim de başımıza az gelmiyor değil. Neyse bileti onaylattık hayırlısıyla , çıktık yola.

O gün sanki herkes anlaşmış, bugün yurtdışına uçalım demiş, Yeşilköy havalimanında benim gideceğim saatlere bilet almış bekliyorlar. Kuyrukların sonunu bulmak mümkün değil. Kuyrukları düzenleyen bir Allah’ın kulu da yok, gişelerin bir kısmı da tatilde, şaka gibi. Sanırsın sırat köprüsüne geldik, geçtik geçtik yoksa birkaç hafta sonra uçabileceğiz. Saçma bahanelerle kuyruğa kaynak yapanların o iğrenç kurnazlıklarını yazmaya bile gerek yok. Allahtan doğa üstü bir gücüm yok, yoksa hepsini bakışımla yok edebilirdim.

Neyse uçağın 15 dakika bildirilen gecikmesi pek canımı sıkmadı. Sonra 219 kapı numarası olarak bildirilmesi ve hatta uçağa binene kadar 219 olarak da devam etmesine birşey demiyorum, çünkü yaklaşık yarım saat bekledikten sonra kapının 220’ye çevrildiğini öğrendiğimde sadece biraz ilerideki kapıya yürümek yeterli oldu. Orada da 15 dakika bekleyip uçağa bindik. Uçak içinde bir koşuşturmaca, hostesler neredeyse insanları koltuklara fırlatacaklar. Sürekli acele edelim sesleri. Sonra beni olaydan tamamen kopartan anons geldi; “Sayın yolcular , eğer acele edip yerlerinize oturmazsanız 1 saat gecikme daha olacak sizin yüzünüzden”. İnanılır gibi değil, bunu THY kaptanı söylüyor. Hepimizi suçlayıcı rezalet bir anons bu. Donakaldım ama sesimi çıkarmadım, oturmuştum ve uçağın gecikmesine en azından ben neden olmayacaktım. Herkes yerleştikten sonra 2.anons geldi. “Zamanında yerleşmediğiniz için 1 saat gecikme daha olacak”. Allah olamaz ya, bu bir kabus ötesi. Şaka herhalde dedim. Evet şakaymış, uçak hareket etti. İnanılır gibi değil. Aferim THY. Yanımdaki yabancını şu sözleri duydum; "I love THY".

Finali çoğu insanın almadığı , hostesin dağıttığı fındıktan bir tane istediğimde, “olmaz , dönen yolcuları düşünmek zorundayım” cevabını alarak yaptım. Almayanları hatırlattığımda “derdiniz fındık ise , alın 2 tane” dedi. Koltuk ile bir olduk, yapıştım, sonra gürledim , ne zaman uçak indi, ne zaman ben uçaktan indim hatırlamıyorum. O dakikadan sonra Almanlara fazla sataşmamaya karar verdim.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Derdim var

Kafasına çivi vurulup öldürülen fok da derdim, ta boz dağlarda avlanan tavşan da
Susuzluktan şehrin merkezinde kavrulan köpek de, sadece siyah diye tekmelenen kedi de
Okuyamayan çocuk da, töre saçmalığıyla öldürülen kız da
Paraguay’da işkence gören solcu da, sadece Müslüman diye dışlanan kadın da
Derdimdir terketilen kadın da, anasız babasız büyüyen velet de
Birşey istedi diye annesinin tokatladığı çocuk da, eve kapatılıp gidilen yaşlı anane de
Bakımsız kaldı diye solan çiçeği de dert ederim, boş yere akan suyu da
Havanın, suyun, bilcümle doğanın kirlenmesi de derdimdir benim
Ağlayan gariban da, parasızlıktan çocuğunu tedavi ettiremeyen baba da
Ülkem Avrupa kapısında ezdiriliyor diye de dert ederim ben, bir banka batınca da
Her kesilen ağaç, her öldürülen hayvan, her üzülen ana baba derdimdir, her çocuk da
Bunları dert etmeyen boş kafalar da derdimdir benim.

Şiir değil bu, sadece yakarış. Bunu da dert ettirmeyin bana allasen.