25 Mayıs 2010 Salı

Haydi Türkiye diyorum, tek gereken inanmak.

60lı yıllarda doğanların bolca duydukları söylemler geldi aklıma. İçlerindeki anafikir hep Avrupalaşmak, hep Avrupa gibi olmaktı. Bir Avrupa tutkusu soktular içimize daha minik yıllarda. Uzay çağını yaşayan Avrupa ile Taş devri ülkesi Türkiye.

Benim iş hayatına kadar Batıyı görme şansım olmadı. Tüm çocukluğumuz Avrupa görenlerin bize anlattıklarına inanmakla geçti. Mesela Almanya görmüş birisinin anlatacaklarını dinlerken ninelerinden masal dinleyen çocuklar gibi etrafına oturup , anlattıkların hepsini sorgulamadan , şartsız ve kayıtsız inanarak hayranı olurduk. Her yurtdışına giden de bize masal gibi anlatırdı zaten. Hep muhteşem bir ülke, şahane bir yaşam. Önceleri ilkokul müfredatında Yerli mallar haftası vardı. Hepimiz evlerimizden Türk Malı ne varsa getirir, birbirimizle paylaşırdık. Tamam o dönemde fazla birşeyimiz olmadığından sadece Türkiyede yetişen meyve ve kuruyemişlerle yapardık bunu. Ama Türk Malına , Türk emeğine bir sevgi bir saygı vardı.Sonra kaldırdılar bunu dalga geçerek. Bizlerin minik beyinlerine de soktular üstelik, ben de ne gerek var diye düşünüp, Türk malları ile çocuk aklımca dalga geçtiğimi hatırlıyorum. İlk Türk uçağı, otomobili de benzer süreçlerden geçti besbelli.

Lise yılları gelip çattığında, bu Avrupa tutkusunun bizim çocukluk yıllarına özgün olmadığını anladık. Osmanlının en az son 300 yılı da böyle geçmiş. Hep Batı medeniyetine ayak uydurmak amaç olmuş sultanların gelişme programları. Büyük Atatürk’ün de söylevi öyle değil mi? Batı medeniyetleri seviyesine ulaşacağız. Öyle ya, o seviye bizi refaha götürecek, memleket bolluğa ulaşacak, daha medeni yaşayacağız.

Evet bunlarla büyüdük, hep bir Batı hayranlığı ve hatta hayranlığın ötesinde bir ulaşamamazlık. Ortak bir ülkü, bir hayal. Bu yolda yapılan çalışmalar, çabalar ve hatta savaşlar. Şimdi baktığımızda durum çok farklı mı? Hayır, halen br Avrupa Birliği hayali ile yaşıyoruz.

2009 yılının çoğunu yurtdışında geçirmek zorunda kaldım. Bu sürede başta Berlin olmak üzere, Paris ve Dortmund’u da görme ve oralarda yaşama şansım oldu. Almanlarla aynı kafede kahve içtim, aynı marketten alışveriş yaptım, aynı hastane koridorlarında sohbet ettim. Yollarında yürüdüm, trenlerine bindim, okullarını ziyaret ettim. Çok şaşkın ve bilgisiz hissettim kendimi. Ama bu şaşkınlık sanıldığı gibi onlardan az bilmekten değil, bugüne kadar peşinde koştuğumuz Avrupa’nın hakkında hiçbirşey öğrenememişliğimden. Yıllarca anlatılan Avrupa yoktu gördüğüm, yolları bakımsız, hastaneleri pis, kamu çalışanları ilgisiz , okulalrında seviyesiz eğitim, ahlaken çökmüş gençlik vardı gözümde. Bu muydu peşinde koştuğumuz? Öyle ya, Osmanlıdan bugüne hep br Avrupa hayali yok muydu? Hala halkımız arasında Avrupa’yı anlata anlata bitirenler yok mu? Hala kendi memleketini yerden yere vurup, Avrupayı devleştirenler yok mu? Peki Bugün Dünya’yı daha fazla kirleten de , hayvanlar üzerinde deneyler yapan da, Afrika ve Asya ülkelerini sömürenler de Avrupa ve Avrupa uzantıları iken bu Avrupa merakı niye?

Biz medeni kanunumuzu İsviçre’den aldık, minareyi yasaklayan ülkeden. Onlar yasaklaya dursun, biz rahip yetiştiren ruhban okulunu açıyoruz, Türkiye’de Kürt açılımını bile konuşulurken, Fransa’da sözda Ermeni soykırımını düşünmek bile yasak, bizim hastanelerimizde yabancılar dahil herkes tedavi görür, yurtdışında sigortanız ve paranız yoksa kimse bakmaz, ben nasıl geriyiz onlardan bir türlü anlamıyorum. Sokaklarımız, tren istasyonlarımız daha temiz , insanlarımız daha güleryüzlü, daha insanız kısaca.

79 yılının son aylarında sektöre katıldım ve direk kendimi Bilişim sektörünün gelişmesi içinde buldum. O günden bugüne gerçek anlamda köprünün altından çok sular aktı, geçti. 2 kişinin zor taşıdığı 10MB lık disklerden geldiğimiz güne bir bakınca rüya gibi geliyor. Benden bir nesil öncesi bu mesleği ülkemizde ilk uyguluyan abilerim bana sadece hesap makinesi özelliğindeki koca yarı mekanik makinelerden bahsederdi. Ben sadece muhasebe programı çalıştırabilen bir oda büyüklüğündeki bilgisayarların çağına yetişebildim. Bunları tanımak, çalışmasını öğrenebilmek için 3-4 ay yurtdışına kursa gidilirdi, ben de çok gittim. Her gittiğimde yaşadığım şaşkınlık onların bizden daha iyi olmaları konusunda olmadı hiçbir zaman. Tek farkımız onlar inanmış çalışıyordu, biz inanmıyorduk. Her zaman onların yapması beklenirdi. Onlar üretirdi, biz tamir etmek kullanmak için onların kurs vermesini beklerdik. Peki onlar o fabrikaları kaç yıl önce kurmuşlardı? Asırlardır mı bu işi yapıyorlardı? Hayır, aradaki fark 20 yıl. Topu topu 20 yıl. Bu fark Osmanlı zamanında 50, şimdi ise 10 yıl. Aralığın azalması ya da çoğalması bunun kapatılabilecek fark olduğunu söylüyor bana, yanılıyor olabilirim. Yıllar hızla akmaya devam etti. Birçok inanan abim yurtdığşında önemli projelerde yol aldı. Biri NASA sistemlerini tasarlayan gruba transfer oldu. Bu güzel kişiler Türk okullarında yetişti. İnanmayan bir ülkenin, inanmayan okullarında, inanmayan hocalardan ders aldılar. Ama onlar inandı. En azından kendilerine inandı.

Cebimde taşıdığım mobil cihazım ile her yerden haberleşmeye devam ederken bir yandan uçak biletimin rezervasyonunu yapıyor, çocuklarıma Paris resimlerini yolluyor ve nereleri gezeceğimi gösteren haritadan yönümü buluyorum. İlk günlerde de Bilgisayar ve yazılımlar hem Batıdan gelirdi, şimdi de. Hala ülkemizde gerçek bir bırakın Pcyi, bir parça üreticisi bile yok. O zaman da gelişmiş yazılımlar hep batıdan geliyordu, şimdi de. (Bir elin parmaklarından az , istisnai üreticileri hariç tuttum) Yani yine bir Batı hayranlığı sözkonusuydu, her gelişmenin oradan çıkması beklenirdi, hala değişen birşey yok. Çok iyi hatırlıyorum, hizmet verdiğim bir firma Bilişim Teknolojiler işine gitmek istedi ama yurdışından alıp satmayalım, birşeyleri en azından Türkiye’de üretelim dediğinde ,ben dahil herkes güldü ve engelledi. Kimbilir belki potansiyel bir üreticinin yolunu kestik. Çünkü inanmadık, çünkü bize buna inanmamız öğretilmemişti. Batı yapar bize satardı. Sonra Doğu yapar bize satar oldu. Biz yine yapamazdık, kimse buna inanmadı.

Şimdi sonuca gelirsek, bana aktarılan Avrupa ile gördüğüm Avrupa çok farklı. Ben inatla ve şiddetle ülkemin daha modern daha medeni daha yaşanılır olduğunu savunuyorum. Tabii ki eksiklerimiz var, tabii ki geri olduğumuz konular var. Bilişim Teknolojilerinde bulunduğumuz yer itibarı ile gerçekten Ülkemizgeri. Nedenini anlatmak için tekrar başa dönmek istemiyorum ama eğer 70li yıllardan itibaren bizim de bir bilgi toplumu olabileceğimize inansaydık, şimdi Türkiye’de işletim sistemi de olurdu, antivirüs yazılımı da, chip tasarımı da.

Ben diyorum ki, çok geç değil. Bilişim Teknolojileri konusunda neden daha iyi olmayalım? Neden kendimize biraz daha güvenip çok çalışmıyoruz? Neden Batı’dan bekliyoruz? Geçenlerde Tübider, Microchip tasarım yarışması düzenledi ve başta dernek üyeleri tarafından top ateşine tutuldu.İnanılmaz ağır eleştirilere marız kaldılar. Acımasız yazılar moralleri bozdu, çalışmanın nasıl sonuçlandığını bilmiyorum. Ben 5 yıldır Antivirüs yazalım ülkemde diyorum, gülüyorlar, ayıplıyorlar. Çok şaşırmamak lazım, 400 yıldır biri ne zaman bunu söylemek için ortaya çıksa dayak yiyor. Matbaanın onlarca yıl sonra geldiği bu ülke inat ederek okuma yazma oranını Dünya ortalamasının üstüne getirdi. Bu başarıyı nasıl görmüyoruz? 100 yıl gerideyken şimdi Batının ensesindeyiz. Bu dinamizm hangi ülkede var , şahsen ben bilemiyorum.

Bu ülkede tekstil üretimini de küçümseyenler bilsin ki, uluslar arası pazarda artık Türk ürünlerinin yeri ucuzlar değil kaliteliler arasında. Aranılan sorulan ürünler hep Türk. Beyaz eşyada, Otomotivde yerimiz küçümsenemez. Organik gıda üretiminde iyi yol katettik. Bunca engellemelere, dışlanmalara rağmen burada sıralanamayacak kadar çok Türk ürünü, yurtdışı pazarlarının hakimi Bilişim Teknolojileri de olabilir. Microsoft merkezde birçok Türk üst görevlerde. Görüştüğüm birçok Bilişim Teknolojileri firmasının üreten ekiplerinde de yöneten ekiplerinde de Türkler oldukça fazla.

Son 5 yıldır çok fazla sayıda Üniversitede seminer verdim, panellere katıldım. Bilişim Teknolojisi yolunda o kadar istekli ve hatta bilgili genç arkadaşımla tanıştım ki, inanamazsınız. Hepsi kıpır kıpr, ellerinden tutulmasını bekliyor. Onlar inanmış, yatırımcıların, devletin inanmasını bekliyor. Onlarla gurur duyuyorum. Seminer esnasında duydukları heyecan, konuyla ilgilenmelerinin onlarda verdiği keyif ve onur, samimi sorular,katılımlar... Hala yazışıyoruz çoğunla. Bilgiye ve bilgi sahibi olana gösterdikleri saygı ve hatta sevgi gözlerinin içindeki pırıltıdan gözüküyor zaten. Onları seviyorum.

Bir defasında oyun yazdırmak için ekip arıyorum dediğimde gelen kendini tanıtım bilgileri gözlerimi yerinden oynatmıştı. Kendi kendine güvenlik yazılımı yapanlardan, kendi işletim sistemimi yazacağım diyenlere kadar var. En az onlar kadar, onlardan daha iyisini de yaparız diyecek kadar iddialılar da.Ne güzel, ne gurur verici.

Nasıl olacak sorusunun cevabı da cebimde. Buyrun enine boyuna tartışalım. Bu ülkenin bu konuda yatırım yapması için gereken bütçesi var. Sokaklara her bahar tonlarca para harcanıp dikilen , en fazla 2 ay sonra solan ya da tahrip olan minik çiçeklerin parası bile bu işe başlamak için yetebilir. Olmadı bir kentin her sene söküp yeniden yapılan kaldırımlarının parasını kullanırız. Olmadı 3-5 futbolcuya ödenen transfer parasını birleştiririz, o da mı olmadı, her gece havaya atılan havai fişek başına para toplasak yine buluruz bu parayı.

İlk iş bir enstitü kuralım. Bu kurumun başına geçebilecek bu işe yetecek bilgili ve değerli birisini bulmak zor değil. Bu kurum, Hükümetlerden bağımsız tamamen özgür olacak herşeyden önce. Hiçbir devlet kurumunun altında veya etkisinde çalışmayacak. Konusunda yeterli güce sahip olarak, ülkenin üst kurullarına sunduğu programların kabul görmesini sağlayacak. Oluşturacağı icra kurulu için de zorlanacağımızı sanmam. Yeter ki bu kurulun sadece akademisyen değil, özel sektörden birileri tarafından da oluşturulması gerekir. Çok ciddi ücretlerde çalışacak bu ekip şunları yapacak;

- Ülke çapında Bilişim Teknolojileri programlarını belirler. Hangi okulda hangi müfredat okutulacağının planlaması

- STK ların desteği le tüm yurt çapında geniş katılımlı Bilişim konferansları düzenlenmesi

- Bilişim sektörü çalışma standartlarını belirlenmesi

- Üniversitelerin ilgili bölümlerinden seçkin öğrencilere geniş kapsamlı kurslar düzenlenmesi

- Yatırımcılara yol haritası çizerek, donanım yazılım yatırımları yapılmasını desteklenmesi ve hatta bu yatırımlar için devlet teşvikleri sağlanması

- Gerekirse yurtdışından bilgi ve kişi tranferleri yaparak , kurumun her zaman güçlü, güncel ve dinamik kalmasının sağlanması

- Yurt çapında şubeler açarak , bu çalışmaların yaygınlaşmasının sağlanması

- Üniversitelerin ilgili bölümleri ile ortak çalışmalar yaparak BILIŞIM TEKNOLOJILERI donanım ve yazılım laboratuarları oluşturulması

Altalta birçok görev sıralanabilir. Hayal gibi gelen bu örgütlenme kolay olmayacak elbette. Benzerleri başarıldıysa geçmişte, bu neden olmasın. Halkevleri, Köy enstitüleri bunu yapmadılar mı? Siyasetlerin etkisinde kalmasalardı, Türkiyenin yeri belki de daha farklı olacaktı günümüzde.

Haydi Türkiye diyorum, tek gereken inanmak.

....................